Ne hissediyorsun?

Posted by

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Özgür Özel’in tokalaştığı fotoğrafa bakarken aklım güncel bir tartışmaya gidiyor. 

Postmodernizm, modernizmin yeni bir aşaması mı, yoksa ondan kopuş mu? 

Bu konuda yüzlerce makale, onlarca kitap var. 

Postmodernizmin farkını gösteren somut kanıtlar çok; Bilmenin yerini ifade etmek alır. Bütünün yerine parçalar önemli olur. 

Çarpıcı ayrım, akla dairdir. Modernizm aklı, akıl modernizmi inşa eder. 

Akıl test eder, sınıflar. Açıklar, belirsizliği kabul etmez. 

Postmodernizm ise aklı önemsemez. Her şey açıklanmak zorunda değildir. Yaşamın biçimi, bilgisinden önce gelir. 

Duyguya önem verir. “Ne hissediyorsun” sorusu, “ne biliyorsun” sorusuna tercih edilir. 

Bu yüzden Özel’in, Erdoğan’ın elini sıkarken gözlerinde beliren mutluluk, “duygu siyaseti” üzerine düşünmelidir. 

Siyasi duruşunu “Erdoğan gitsin de kim gelirse gelsin” boyutunda Erdoğan antipatisine endeksleyen CHP, seçmenin duygularını bu noktada inşa etti. Bugün ise Erdoğan’la diyalog olasılığının getirdiği bahar sevinci hâkim. 

Erdoğan’a yaptığı iyi bir iş için dolaylı da olsa onay verenleri linç edenlerin, TBMM resepsiyonundaki üç beş dakikalık sohbete sevinmesi düşündürücü. 

Duyguları yönetebilenlerle, duygulara teslim olanların yolları farklı sonlarla biter. AK Parti’nin seçmen desteğini kaybetmesinin en önemli nedenlerinden biri bu duygusal gerçekliktir. 

İşin içerisinde duygu varsa, kırılganlık da vardır, geçicilik de. Tüm sevinçler kedere dönüşebilir, Ukrayna’da olduğu gibi. 

“Duygularımla oynuyorsun” sitemi, artık özel alanda soyut bir aşk söylemi değil, siyasal alanda somut bir gerçekliktir. 

Camdan odada, kağıttan kulede 

Geçen hafta Patiswiss çikolataları ve patroniçesinin iletişim krizine tanıklık ettik. 

Tam bir iletişim çöplüğünün içine düştük. Olayın üç boyutu var; 

Sisteme dair:  “Kolay” zamanın sihirli sözcüklerinden. Yeni dünya düzeni her şeyin “kolay yolu”nu öne çıkarıyor. Etrafımız “kolay yoldan başarı” kitaplarıyla dolu. 

Sayfalarca kitabı okumaktansa özetini okumak daha kolay. 

“Kolaylık” emeği anlamsızlaştırmak için bir tuzak haline geliyor. Emeğe denk gelen çıraklık artık demode. 

Çikolata yöneticisi genç kadına dair: Belli ki kendisini geliştirmeye gerek duymamış, kitap okumaktansa kitap göstermeyi tercih etmiş. Onun gibi çok genç insan var. 

Sadece tüketiciyi aşağılamıyor, kendisine kâr ettiren çalışanları da aşağılayan içi boş bir özgüvene sahip. Pişmemiş. 

İletişime dair: Hız, değişim ve kolaylık daha çok kriz demek. Daha sorumlu bir iletişim gerekiyor. 

İçi boş özgüvenli tiplerin yaptığı her konuşma bumerang gibi kendilerini vuruyor. 

Tüketicinin yabancı marka tutkusu ayrı, onu kullanarak markalaşmak ayrı sorun. 

Dahası bizde markalar, “müşteri ilişkileri” kavramını yanlış anlıyorlar. “Müşteri ilişkileri” tüketiciyi memnun etme odaklıdır, şirketleri değil. 

Kıssadan hisse; 

Bir, kalıcı başarı için emek ve bilgi şart. 

İki, etik meselelerle iletişim meseleleri yan yanadır. 

Üç, sosyal medyayla birlikte artık cam odalarda yaşıyor, kağıttan kulelerde oturuyoruz. 

Aklımda kalan 

Değerli bilgiyi, çemberin dışında aramak: AK Parti’de 31 Mart’ta neden birinci parti olunamadığının nedenleri araştırılıyor. Seçimden önce yapılması gereken ancak özgüven nedeniyle eksik olan araştırmalar, seçimden sonra yapılıyor. Raporlar hazırlanıyor, toplantılar yapılıyor. Erdoğan gerçek resmi görmek istiyor. Öğrendiğime göre, etrafındaki çemberin raporlarıyla yetinmeyip çember dışındaki isimlerden de analiz isteyip okuyor. Kendi oluşturduğu duvarın içinde kalan liderler bir süre sonra miyop olurlar, o duvarların ötesine geçen yolları bulanlar ise doğru kararlar alabilirler. 

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir